4/25/2015

Gençlik; nereye kadardır?

 
Büyülü bir sözcük: Gençlik.

Chanel “Herkes hayatında bir kez genç olur, ama genç kalmak kişinin elindedir...” demiş.

Faust, genç görünmek uğruna ruhunu şeytana satmıştı.

Ama Dorian Gray’in şeytanla anlaşması gerekmedi, çünkü portresi onun yerine yaşlanırken, güzel yüzünde en ufak bir kırışık bile belirmemişti.
Bu iki klasik eserin, genç kalmak uğruna savaş veren kahramanları birer erkek...
 Kuşkusuz günümüz kadınları gibi erkekleri de gençliğini zamana kaptırmak niyetinde değil. Kaldı ki insanoğlu tarihin en karanlık çağlarından beri gençlik iksirinin peşinde. Bugün de binlerce bilim adamı laboratuarlarda ciddi bilimsel araştırmalar yapıyor, insanın olağanüstü yaşamının sırrını çözmeye uğraşıyorlar. Sadece gençlik iksirlerini değil, yaşlanmayı frenlemek ve kusurları ortadan kaldırmak için insanın genetik yapısıyla nasıl oynayabileceklerini de araştırıyorlar...
 Peki zamanın izlerini yüzümüzde ayna gibi aksettiren cildimizin bilim adamlarına göre üç asra kadar uzanan bir dayanma gücü varken biz neden ve nasıl yaşlanıyoruz?
 Biz klonlamayı ve genetik yapımızla oynayarak gençliği yakalamayı bilim adamlarına bırakıp, elimizde olan ve olmayan nedenlere eğilelim. Aslında doğadaki tüm canlılar gibi insanlar da belli bir ritim ile her yıl yenileniyorlar. Ancak bu yenilenme ritmi zamanla yavaşlıyor ve her insan, genetik mirasına da bağlı olarak farklı biçimlerde “eskiyor”.
Bunun en belirgin göstergesi de ciltte ortaya çıkıyor. Cilt aynı zamanda sağlığımızın, iyi, kötü bütün alışkanlıklarımızın, yaşama biçimimizin, hatta ruh halimizin de aynası ve en açık göstergesidir
Özetlersek cilt, kişiyi fena halde ele veriyor; hem de rengi, sıkılığı ve pürüzsüzlüğü ile. Ayrıca onun için en büyük ve en akıllı organımızdır da diyebiliriz. Zira dış etkenlerle birebir ilişkide olan ve çevre koşullarına göre savunmaya geçerek bedenimizi koruyup yaşatan da o!
 Dış etkenler ise (hava kirliliği, rüzgar, soğuk, aşırı sıcaklar vs) yaşlanmayı ya hızlandırıyor, ya da erken başlatıyor.
 Ama binlerce yıldan beri cilt bakımına yönelik ürün ve yöntemler de var! Geçen yüzyıllarda adı da koyulan ve ciddi bilimsel araştırmaların eseri olan kozmetikler bu gün de cildin dış etkenlere karşı savunmasında destek vererek gençliğini uzatıyor.
 Gençliğimizi uzatabilmek için ne yapabiliriz derseniz, aslında hepimiz bunun çaresini biliyoruz: Sağlıklı gıdalarla beslenmek, doğaya yakın yaşamak, doğal hayatı korumak, stresten kaçınmak, güneşten korunmak ve....Sevgiyle yaşamak; yani sevmek, sevilmek!
 Stresten kaçın mı dedik?.. Şaka gibi geliyor değil mi?,..
 Çünkü kentlerde yaşamak ve güncel hayatın stresini kabullenmek zorundayız. Elimizde olanlara göz atarsak stresten başka cilde en kolay yansıyan olumsuzluğun hava kirliliği ile sigara olduğunu görürüz!
 20 ile 40 yaşları arasında cildin oksijenlenme kapasitesinin %50 oranında azaldığı bir gerçek iken sigara durumu daha da zorlaştırıyor. Damarları strese sokup daraltarak oksijen geçişini kısıtlıyor. Cilt inceliyor, esnekliğini sağlayan elastinler kırılıyor, kolajenlerin üretimi yavaşlamaya başlıyor, cildin su depolama kapasitesi azalıyor. Sigaranın katranı da ciltte serbest radikalleri arttırıyor, dolaşımdaki östrojen düzeyini düşürüyor.
 Biz bronz tenimizi de çok sevdik, hem de o kadar çok sevdik ki, bütün uyarılara rağmen güneşlenerek cildimize o güzelim bronz rengi vermekten vaz geçemiyoruz. Aslında cildimiz kendini savunmak için koruyucu bir pigment olan melanin üretimiyle bronzlaşmayı sağlayarak kendini koruyor. Ama cildin kısıtlı etkiye sahip doğal savunma mekanizması çok fazla güneş ışığına dayanamıyor, kırılıyor.
 Bilim adamlarının açıklamasına göre UVA ışınları cildin alt tabakalarına kadar inerek, hücre üretim sistemini bozan oksidan maddelerin oluşumunu hızlandırıyorlar, bozulan hücreler de kalitesiz kolajen ve elastin üretmeye başlıyorlar. Cilt yavaş yavaş eski canlılığını kaybediyor, üzerindeki kırışıklar derinleşiyor, dokular sarkıyor.
 Ama?...
 Yaz- kış demeyip yıl boyunca düzenli bakım ve güneşten korunmak gerekir dedik. Aslında cildin sadece 15 dakika güneş alması D vitamini sentezi için yeterli, cilde bu imkanı da sunmak gerekir!...UV ışınlarından bizi o kadar korkuttular ki, D vitamini eksikliğine kadar giden aşırı bir korunma tutkusu yaşadık. Oysa sıcak iklimlerle dört mevsim farkını yaşayan topraklarda korunmanın dozajı farklı olmalıdır.
Aslında UV ışınlarından korunmak çok kolay, zira artık birçok laboratuar, bakım ürünlerine, hatta makyaj ürünlerine de UV filtreleri koyuyor. Önemli olan, cildi yakmadan korunmak, zaman zaman da dozunu iyi ayarlayarak güneşle buluşmayı bilmektir!
Cilt nasıl korunmalı?
Çağımızda yaşlanma belirtilerini geciktirebileceğimiz, bu süreci kontrol altında tutabileceğimiz birçok yöntem olduğunu biliyoruz. İlk önemli hareket, sağlıklı beslenmek, doğal yaşamdan uzaklaşmamaya çalışmak ve yukarda saydığımız yanlışlardan kaçınmaktır. İkinci adım ise, yaşa uygun bakımlarla cildi desteklemektir. Cilt korunmalı, desteklenmeli ama tembelleştirilmemelidir. Daha genç yaşlarda anti aging bakımlara yönelmek cildi hem tembelleştirir hem de yorar, üstelik cilt anti aging formüllere alıştığı için, asıl ihtiyacı olduğu yaşlarda aktif maddelerden gerektiği gibi etkilenmemeye başlar.
Kişinin karakteri de yaşlanmada etkilidir. Dünyaya gülerek bakan, zor durumlarda kendine acımak yerine mücadeleyi seçen, pozitif tavırlı biri yaşlanmayı da kabullenmeyecektir.
Dünyaya güler yüzle ve sevgiyle bakabilmek ciddi olarak işe yarıyor. En basitinden, unutmayın ki gülmek yaşlılık izlerini de siliyor.
Deneyin!

En basit gençlik hareketi, temizlik ve bakımdır; gençliği geri getiremeyiz ama onu yeniden yapılandırmanın yolu var, bu da kozmetiklerden başlayıp ucu estetik cerrahiye kadar uzanan geniş bir yelpazedeki uygulamalardan geçiyor.
Ama şunu da sık sık tekrarlayacağım:
Her ne yaparsanız yapın, öncelikle, yaptığınız o şeyin işe yarayacağına inanmalısınız.

Aydan Sümercan
www.icerikfabrikasi.com

4/22/2015

HİJYEN DELİSİ ANNELERE

Kısa adı URECA olan araştırma, Baltimore, Boston, New York ve St. Louis’ de şehir içinde yaşayan yoksul ailelerin 467 çocuğunun anne rahminden 3 yaşına gelene kadar takip edilmeleri suretiyle gerçekleştirildi.

Bebeklerin evleri ziyaret edilerek alerjenlerin türleri ve miktarları ölçüldü; evlerin dörtte birinde ev tozlarındaki bakteri muhtevası da araştırıldı.
Tüm verileri mevcut olan çocukların
% 44’ ünün en azından bir alerjene karşı duyarlı oldukları,
% 36’ sının tekrarlayan hırıltılı solunumları ve
% 9’ unun egzaması olduğu belirlendi.

Alerjenlere maruz kalmadan büyüyen çocuklarda
hırıltılı solunumun üç misli fazla olduğu,
Temiz evlerde büyüyen çocukların
% 51’ inin,
hayatlarının ilk senesini her üç alerjenin de bulunduğu evlerde geçirenlerin ise
sadece % 17’ sinin etkilendiği tespit edildi.

Evlerinde bakteri çeşitliliği fazla olan çocukların 3 yaşına geldiklerinde alerji ve hırıltılı solunum gelişiminin daha az olduğu görüldü.

3 yaşında hırıltılı solunum ve alerjisi olmayan çocukların; en fazla alerjen ve bakteri çeşitliliği bulunan evlerde yaşadıkları ortaya çıktı.
 
Astım nasıl ortaya çıkıyor?
Astımın ortaya çıkmasında “genetik yatkınlık” ve “çevresel faktörlerin” rolü var. Etkisi daha bebek anne karnında iken başlayan çevresel faktörlerin astım gelişimini kolaylaştıranları ve geciktiren veya engelleyenleri var. Mesela bebeğin evinde sigara içiliyor olması, hava kirliliği, sezaryen doğum, sık antibiyotik kullanımı astımın ortaya çıkmasını kolaylaştırırken, anne sütü ile beslenme, evcil hayvanlarla iç içe büyüme, tabii enfeksiyonlar gibi etkenler ise hastalığın gelişimini önlüyor.
Hijyen hipotezi bir kere daha doğrulanıyor!
Bu araştırmadan çıkan temel sonuç “bebekler evlerinde ne kadar fazla alerjene ve ne kadar fazla bakterilere maruz kalıyorlarsa bunlarda astım ve alerjilerin o kadar az görülmesi”. Hayatlarının ilk yıllarında bakterilere daha fazla maruz kalan çocuklarda astımın daha seyrek görüldüğü konusunda fikir birliği vardır. Köylerde, çiftliklerde evcil hayvanlarla yakın temasla yaşayan, antibiyotik verilmeyen, çocukluk aşıları yapılamayan, kalabalık ailelerde büyüyen çocukların karşılaştıkları bakterilerin bağışıklığı kuvvetlendirdiği ve böylece alerjik hastalıkları önlediği bilinir. Bunun tam aksine sezaryenle dünyaya gelen, doğduğu günden itibaren sayısız aşı yapılan, çok sık antibiyotik verilen, dezenfektanlarla temizlenen evlerde yaşayan, kardeşi olmayan dolayısıyla da bakterilerle teması çok az olan çocuklarda ise astım ve alerji riski çok yüksektir.
Buna tıpta “hijyen hipotezi” adı veriliyor.
Ne kadar çok alerjen o kadar çok alerji diye bilirdik ama...
Fazla alerjen (kedi, fare, hamam böceği, polen) bulunan evlerde büyüyen bebeklerde astıma daha az rastlanması sonucu ise önceki bilgilerle çelişiyor.
Alerjik duyarlılığın oluşumu ile bebeğin maruz kaldığı alerjen miktarının doğrudan ilişkili olduğu, maruz kalınan alerjen miktarı ne kadar fazla ise astım riskinin de o kadar yüksek olduğu bilinirdi.
Astımın bu grupta daha fazla olmasını etkileyen başka faktörler de dikkate alınmalıdır.
Mesela, alerjenlerin daha fazla bulunduğu evlerde daha çok sigara içiliyor veya bu evlerde stres daha fazla olabilir.
Evlerinde fazla miktarda kedi, fare ve hamam böceğine karşı alerjen tespit edilen evlerde büyüyen bebeklerin ailelerinin sosyo-ekonomik durumunun farklı olması da önemli olabilir.
Tüm bunlar astımın ortaya çıkmasında önemli rolü olan etkenlerdir.

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta

4/21/2015

Gününde Olmak!

Gününde olmak genelde sporculara özgü bir durum olarak algılanır. Maç sonrası sporcular Mağlup olduklarında “ben günümde değildim veya takım olarak günümüzde değildik” diyerek gününde olmanın önemini anlatırlar.

Entresan değil midir? Bütün hafta boyunca hazırlığa rağmen sporcu veya takımlar günüde olmadığı için maçı kaybederler. Peki o kadar çalışmanın bir önemi yok mudur? Eksik olan nedir? Daha başka yapılması gereken işler nelerdir?
İşe erken geldiği halde kendini toparlayamayan, bir türlü yapacaklarına odaklanamayan, ayılmak için fincan fincan kahve içen çalışanlara ne demeli.
Çok çalışmaktan konsantre olamayan, hayatı işle geçen fakat bir türlü uyuyamayan, yatakta bile iş gören, tatillerde kendini bir türlü tatile veremeyen ne kadar çalışan, yönetici, patron vardır dersiniz? Önemli kararlar vermek için gün bulamayan, verdiği kararları bir türlü içine sindiremeyen, karar vermek için çok zorlanan, iş stresi yüzünden sağlığı tehlikede olan yöneticiler gününde olmanın neresindeler acaba?
Yoksa gününde olmak bazı “Süpermen” veya “süpergirl”lere kısmet olan, bir durum mudur? Ya da piyango gibi bazı şanslı insanlara vuran bir ödül müdür?

Gününde olmak, her kim performans gerektiren iş yapıyorsa ki, bunlar ister sporcu, iş insanı, yönetici, aktör, öğrenci, ev kadını, berber vs olsun; herkesin işini iyi hatta mükemmel yapmak için öğrenmesi ve alışkanlık haline getirmesi gereken en önemli kazançlardan birisidir.
Gününde olmak bir duygu durumudur ve öğrenilir. Olimpiyat sporcularına, aktörlere, müzisyenlere veya doktorlara verilmiş özel bir hak değil, çalışarak kazanılan, geliştirilebilen bir durum ve alışkanlıktır. İşlerin daha verimli ve amacına uygun olarak yapılabilmesi için bir ön koşul ve gerekliliktir gününde olmak.
İnsan gününde olduğunda her şey doğaldır. İş yapmak için ilave bir enerjiye veya güce ihtiyaç duymaz. Enerji oradadır. Kaygı ve endişe yoktur. Her şey haz üzerine kurulmuştur. Kazanmak ve kaybetmek, yarışmak veya geçmek diye bir şey yoktur. Zaman olarak an’ı yaşar. Ne gelecek, ne de geçmiş önemlidir kişi için. Yalnızca istek ve işi büyük bir iştahla yapmak vardır.
Gününde olduğunda insan, huzurlu ve bir dinginlik içindedir. Konsantrasyon yoğundur. İç sesler yoktur ve hatta düşünce dahi yoktur. Kişi otomatik olarak hareket eder. Uyarılmış düzeyi optimumdadır. Algı kanalları her yönüyle açıktır. Olumlu duygu içerisindedir. Sezgileri ile hareket eder. Akıl burada sezgilerin emrindedir. Kişi dış seslere ve görüntülere kapalı ve yalnızca yaptığı işe odaklanmıştır.
İşte böyle bir durumdur günüde olmak. Böyle durumda birey yaratıcı, yüksek performans içinde ve ileri derecede motive olmuştur ve verimlilik düzeyi yüksektir.
Öğrenilebileceğini söylemiştik. Bunun için bu durumu oluşturan şartları bilmek ve istenilen durumlarda yeniden o duygu durumuna girebilmeyi geliştirmek gerekir. Bunun içinde ne zaman en iyi ve verimli saatinizi bulmanız gerekecektir. Daha önce bu duruma girdiyseniz ve yaşadıysanız neler olmuştu hatırlayın. Zihinsel, duygusal ve fiziksel açıdan hangi durumdaydınız? Neler yapmış, hissetmiş, düşünmüştünüz?
* Bunun için önce kaslarını rahatlatmanız gerekecektir. Gergin veya gevşek kaslarla gününde olamazsınız. Kaslarınızın optimum uyarılmaya ve rahatlamaya ihtiyacı vardır. Yani ne gergin nede gevşek olmamalısınız.
* Zihniniz yalnızca ana odaklanmalı ve yapacağınız iş dışında başka hiçbir şey sizi ilgilendirmemelidir.
* Yapacağınız işi yalnızca en iyi ve doğru şekilde aşkla yapmak istemelisiniz.
* Aklınızda kimseye bir şey ispat emek, birilerine gününü göstermek, öç almak vs asla olmamalı. Yüzde yüzünüzü vermeli ve sürece odaklanmalısınız. Ne daha önce yaptığınız bir iş veya işin sonu ne olacak gibi hiçbir kaygı olmamalı kafanızda.
* Kendinizi rahat bırakmalı ve olana bırakmalısınız kendinizi.
* Kazanmak veya kaybetmeye son vermelisiniz. Kazanmak ve kaybetmenin ötesine geçmelisiniz. Başarı, başarısızlık olmamalı.
Sadece yapmak istemeli ve yapmalısınız, ne yapacaksanız!
* Bulunduğunuz yer ve konum sizin en önemli yeriniz olmalı. Orada olmaktan büyük haz almalısınız. Almak için değil vermek için orada olmalısınız.
* Beklentileriniz minimum olmalı ve sadece o anı yaşamalısınız.
Sonuçta ne mi olacak? Yaşayın ve görün.
Gününde olacak, kendi gücünün yüzde yüzünü verecek, içinizde hiç korku olmadığı için son derece doğal olacak ve ne yaparsanız yapın keyif alacak ve yaptığınız iş çok bereketli ve verimli olacak. Sizi izleyenler sizden ilham alacak ve size imrenecektir.
Belki bu durumda her zaman kazanan olmayacaksınız fakat kaybetseniz bile içiniz rahat olacak. Fakat kazanma sansınız çok ama çok yüksek olacak ve başarı denen şey size ödül olarak verilecektir. Siz başarıya giden ve onu kovalamayan olmayacaksınız. Siz kendinin ve yaptığı işin efendisi durumuna geleceksiniz. Gerektiğinde bunu yapmakta ustalaşacak ve bunun ustası haline gecesiniz. Gün geçtikçe daha da ileri gidecek ve saygınlığınız her açıdan artmış olacak.
Kendinize gelmek ve üretmek için kahvelere, özel terapi seanslarına, kavgalara, yastık savaşlarına, gece yarılarına kadar oturmaya, içkiye, ilaçlara, enerji veren bilmem nelere, ihtiyacınız kalmayacak, bir beyniniz, olağanüstü derecede yaratılmış bir bedeniniz ve hormonlarınızı hatırladığınız sürece siz hep kazanan olacaksınız.

Pro. Dr. Turgay Biçer

4/19/2015

BENİ NEFES AL! ...Sia’nın en iyi beş şarkısı...

Belki de çoğu insan onu tüyler ürperten ve ihtişamlı, hareketli olmasına rağmen derin ve güçlü anlamlar taşıyan o muhteşem şarkı aracılığıyla tanıdı fakat başarılı DJ ve prodüktör David Guetta, bu renkli kişiliğin yeniden doğuşunu mükemmel bir şekilde yapmıştı.

Takvimler 2001’i gösterirken televizyon ekranlarına çok başarılı bir dizi düşmüştü.Cenaze evi işleten ve bu ailede barınan bir ailenin dramı konu ediliyordu Six Feet Under’da.

Dizinin duygu yüklü finalinde muhteşem bir şarkı duymuştuk. Melodileri ve sözleri o kadar etkiliydi ki, kısa sürede şarkıya alışmış ve söyleyen kişinin kim olduğunu merak etmiştik. Elbette bu kişi, şüphesiz olarak Avustralyalı şarkıcı ve söz yazarı Sia Kate Isobelle Furler, yani sahne adıyla Sia’ydı. Müzik kariyerine 17 yaşında başlayan Sia Furler, çok kısa sürede büyük bir şöhrete kavuşarak Rihanna, Celine Dion, Katy Perry ve Beyoncé gibi büyük isimlere çok sayıda şarkı yazarak kulaklarımızın pasını silmeyi başardı. Sanatçı şimdiye kadar bir single ve beş albüm çıkardı.

Sia'nın şimdiye kadar yaptığı şarkıların içinden en iyilerini seçmek oldukça zor bir iş; üstelik tüm şarkıları bu kadar güzel ve anlamlıyken... Yine de bir sıraya koyacak olursak, işte sizler için Sia’nın en iyi beş şarkısı:

5) I’M IN HERE:
Furler’ın 2010 yılında çıkardığı We Are Born ismindeki albümünün kuşkusuz en iyilerinden biri. Güçlü vokaller eşliğinde mükemmel bir hâle gelen parçanın sözleri, Sia’nın kendi imzasını taşıyor. Şarkının bize vermek istediği mesaj, şüphesiz geçmişinde takılıp kalan ve bir türlü oradan çıkamayan; birilerine seslenip onlardan yardım isteyerek kurtarmalarını bekliyor çünkü içinde yaşadığı derin bir yalnızlık ve üzüntülerden örülmüş bir duvar söz konusu.

4) BREATHE ME:
Six Feet Under dizisine damgasını vuran soundtrack’lerden biri olan ve üçüncü albümü Colour The Small One’da yer alan şarkıda, Sia yine slow melodileri kullanarak birisinden yardım istiyor fakat kesinlikle özel birisinden. Arkadaşım ol diyor ve ekliyor sonra: Bugün yine kendimi incittim ve en kötüsü de suçlayacak kimse yok. Bu parça da dibe vuran birinin çaresiz fakat biraz da umutlu çağrılarını konu ediyor fakat bunu biraz da romantik bir yolla dile getiriyor çünkü şarkının ismi tam olarak Beni nefes al anlamına geliyor. Huzur verici piyano eşliğinde şarkı Sia’nın bir şaheseri.
 
3) YOU’VE CHANGED:
Sia’nın eğlenceli ve hareketli şarkılarından biri, üstelik çok renkli ve orijinal bir klibe de sahip olan parça, beşinci albümü We Are Born’da bulunuyor. Sia bu şarkıda iyi bir değişimden söz ederek yerimizde hafifçe dans etmemize sebep oluyor.

2) SOON WE’LL BE FOUND:
2008 yılına ait olan Some People Have Real Problems albümü, her şeyden önce renkli kapağıyla dikkat çekiyor. Sia bu yıllarda yüzünü hayranlarına gösterirken, elmacık kemiğine kalp çizilmiş bir şekilde elinde boya kalemleri tutarken görüyoruz onu, ki bu da albümün oldukça renkli olduğunun ipucunu veriyor aslında. Şarkı ise oldukça tıkırında gidiyor, ritim olarak orta bir seviyede ve söz kalabalığı yapılmayıp sade bir anlatım kullanmış. Şarkı ise açıkça yeni umutlardan bahsediyor. Sia şarkıyı yeniden birkaç kez canlı olarak seslendirdiğinde ise, ki bunlardan bir tanesinde hasta olduğunu ve sesinin iyi olmadığını söylüyor, ortaya yine de çok efektif bir ürün çıkıyor.

1) CHANDELIER:
Şüphesiz ki Furler’ın altıncı stüdyo albümü 1000 Forms of Fear açılışını 2014 yılında mükemmel bir parçayla yaptı. Elbette ki Sia’nın çıkış parçası olarak Chandelier’ı seçmesi çok yerinde bir karardı zira suskunluğunu dört yıl sonra bozan Sia, dünya üzerindeki tüm hayranlarına kusursuz sözler, tüyler ürpertici bir melodi ve hikâyesi ustalıkla işlenmiş klibiyle adeta hediye vermişti. Şarkı çok konuşuldu, çok dinlendi; daha sonra Furler şarkının piyano versiyonunu da yeniden seslendirdi. Şarkının klibinde Sia yer almazken, yerine muhteşem dansıyla Maddie Ziegler klibi renklendirdi. Tüyler ürpertici melodilere 12 yaşındaki Ziegler eşlik ederken, hepimizin gönlünü fethetti. Şarkı ise özünde güçlü melodilere sahip olsa da, anlam bakımından incelediğimizde yüreklerimizi dağlayan bir söz yığını çıkıyor ortaya. Sia bu şarkısında Sanki yarın yokmuş gibi yaşayacağım diyerek tüylerimizi diken diken ediyor. Ayrıca yeni albümünü çıkardığından beri, ilginçtir ki, Sia Furler yüzünü hayranlarına göstermekten kaçınıyor, kliplerinde kuvvetle muhtemel kendisini temsil eden Maddie Ziegler’ı oynatıyor ve albümün büyük bir sembolü olan kısa küt kesilmiş, sarı peruğu kullanıyor. Tıpkı adından da anlaşılacağı gibi, 1000 Forms of Fear kesinlikle Sia’nın karanlık yanlarından ve korkularından bahsediyor.

Batuhan Uslu

4/18/2015

BEDEN DİLİNİN 4 STRATEJİSİ

Günümüzde profesyoneller karşısındakinin beden dilini okumayı öğrendi ve bunu görüşmelerde, sunumlarda hatta özel hayatlarında kullanmaya başladı. Ancak sözsüz iletişim konusunda bazı önemli noktalar gözden kaçabiliyor. Carol Kinsey Goman’ın The Silent Language of Leaders: How Body Language Can Help – or Hurt – How You Lead kitabında beden dilininin 4 stratejisi ele alınmış.

 1 – Sınırı belirleyin
Karşınızdakinin stressiz ortamdaki hareketlerini gözlemleyin. Bunun için en uygun zaman görüşmeye veya toplantıya başlamadan önceki yapacağınız ufak sohbetler veya kahve molası. Bu sohbetler sırasında karşınızdaki hakkında cevabını bildiğiniz sorular sorun ve tepkilerini ölçün.
- Sizle ne kadar göz teması kurmuş?
- Güven oluştururken gozler bir yone dogru mu kayıyor?
- Ne kadar gülmüş?
- En çok hangi mimikleri kullanmış?
- Karşınızdaki baskısız bir ortamda nasıl bir duruş sergiledi?
Bu sorularla karşınızdakinin stressiz bir ortamdaki duruşunu, vücut dilini referans olarak belirledikten sonra görüşme veya toplantı sırasındaki vücut dilini karşılaştırabilirsiniz.

2 – Önemli sinyalleri gözlemleyin
Herhangi bir görüşmede bağlantıda olma, kopma ve stres anları karşınızdaki kişinin en önemli beden dili sinyallerini verdiği anlardır
Göz teması, kafa sallamak, gülümsemek, dik oturuş; ilgi, yeni fikirlere açık olmayı, kabul etmeyi gösterir.
Uzağa bakmak, yayılarak oturmak, kısık gozler, çatık kaşlar sıkılmış, kızgın ya da savunmada bir kişinin vücut dilini gösterebilir.
Stres sinyalleri ise yüksek ses tonu, yüze dokunma, kenetlenmiş ayak bilekleri ile kendini gösterir.

3 – Büyük resme bakın
Tek bir hareketten, mimikten karşınızdaki hakkında bir yargıya varmak yanlış olur. Nasıl ki bir sözler, cümlenin içinde daha anlamlı oluyorsa, hareketler, jestler ve mimiklere de bir bütün halinde bakılmalı. Örneğin birinin sizin karşınızda devamlı kıpırdaması, rahat oturamamasından tek başına anlam çıkarılmamalı. Ancak karşınızdaki sizinle göz teması kurmuyorsa , ellerini parmaklarını büküyorsa ve ayakları kapıya doğru duruyorsa evet karşınızdaki sizden sıkılmış ve gitmek istiyordur. Önemli kontrol noktasında aynı mesajı veren en az 3 vucüt dili sinyali var mı? Buna bakmalı.

4 – Şartları gözönünde bulundurun
Jest, yüksek derecede önemli olabilir veya olmayabilir. Bu noktada jestin gerçekleştiği yer ve zaman önemli. Bir eğitimde veya bir konferansta en ön sıradaki insanların kollarını kovuşturması kendilerine barikat yaratma çabası olarak açıklanabilinir.
Bu noktada karşınızda bulunan kişi veya topluluk hakkındaki gözlemlerden oluşan referanslarınız çok önemli. Birinin rahat veya düşünceli bir şekilde otururken kollarını kovuşturması ile bir konuşma veya görüşme sırasında karşı tarafında ilk sözünde kollarını kapaması arasında fark var. (bu noktada görüşme sırasındaki kişinin kollarını kovuşturmasını düşük göz teması ve omuzlar gibi diğer sinyallerle desteklendiğinde daha net bir anlam ortaya çıkacaktır)
Tabii her zaman bütün şartlara vakıf olamayabilirsiniz. Dik bir duruş sıkı bir pazarlığın işareti olabildiği gibi tutulmuş bir belinde işareti olabilir.
Bir yandan ilişki ve güven inşa etme sürecinde sorumluluk almak bir diğer yandan da karsınızdakinin vücut dilini okumak.. İkisi birlikte bir yandan da sohbeti sürdürmeye çalışırken baskı yaratabilir. Aslında bu gündelik hayatta hep yaptığımız ama bilinçli olmadığımız bir gözlemken artık daha bilinçli izleyici olmaktan bahsediyoruz. Beden dilinin size aktardığı sinyalleri farketmeniz hem iletişim sürecinize hem ilişkilerinize anlam ve kalite katacak.
Suna Kabadayı
www.icerikfabrikasi.com

4/15/2015

Beyin Egzersizi

Beyin Egzersizi Nasıl Yapılır?

Her insanın belli bir beyin kapasitesi vardır. Bunu genetiği belirler.

Fakat bu kapasitenin etkin kullanılması için yapılacak birçok şey vardır.
 
Örneğin; bir arabanın göstergesi 180km’yi gösteriyorsa 200km hız yapmak mümkün değildir. Fakat iyi bir araba bakımı ve kullanan ile gerekirse son hıza çıkılabilir.
Son yıllardaki bunca gelişmelere rağmen beyin hala insan vücudunda en az bilgiye sahip olunan organdır.

Yapılan çalışmalar ve uzmanlara göre birçok kişi beyin potansiyelinin çok az bir kısmını kullanmaktadır.

Maalesef okullardaki eğitim düzeni beynin sadece sol tarafını geliştiren matematik, fen bilgisi ve Türkçe gibi derslere önem verirken beynin sağ tarafını geliştiren resim, müzik,el sanatı....gibi derslere pek fazla önem verilmez.

Halbuki; tarihte başarılı olan insanlara bakıldığı zaman bu kişiler bilerek veya bilmeyerek sağ ve sol beyinlerini geliştirmiş kişilerdir.Başarılı insanlar beynin her iki yarısını kullanabilen, gerektiğinde birinden diğerine geçebilen insanlardır.

Sağ lob un duygular ve hayallerin etkisinde olduğu ve bütünsel öğrendiği bu yüzden bilgileri sırayla işleyen sol lob un aksine daha hızlı ve etkili olduğu anlaşılmıştır. Sadece sol lobu gelişmiş olan ve bu lobu iyi kullanan insanların üretken düşünebilmeleri için sağ beyni geliştirmeleri gerekir. Çünkü insanın mucitlik ve üretkenlik kısmını sağ beyin sağlar. Sağ ve sol beyin birbirini tamamlayan fonksiyonlara sahiptir.
Sol beyni gelişmiş bir kişi sağ beynini de geliştirirse beynin kapasitesi iki kat değil hayal edemeyeceğiz kadar fazla artar. Beyin de öğrenmenin sonu yoktur.
 

BEYNİ GELİŞTİRMEK İÇİN NE YAPMAK GEREKİR?
Doğumla başlayan öğrenmenin sonu yoktur. Öğrenme bir başkası tarafından deneyimlerin aktarılması ile gelişir. Bunun da adı eğitimdir. İyi bir eğitim beyni geliştirir. Buna birkaç örnek vermek istiyorum.

1) Kitap okumak en faydalı beyin geliştirme yöntemidir. Kitap okumak sağ ve sol lobu beraber geliştirir. Çünkü kitap okurken sol tarafla takip edilen ve kavranan kavramlar sağ tarafta hayal edilir. Bunun için televizyon izlemek sağ lobu pasif bırakır.
2) Sık sık bulmaca çözme beyin için yapılacak en iyi egzersizdir.

3) Okunan bilgilerin uygulanmaya geçirilmesi ve görsel olarak görülmesi okullardaki deneyler sonucunda dersler daha iyi anlaşılır.

4) Öğrencilikte ve çalışma hayatı içinde resim, müzik veya el işi gibi sağ tarafı geliştirecek hobiler edinme.

5) Bol bol spor yapmak, yeterli uyumak ve beslenmeye özen göstermek özellikle spor beynin dinç ve güçlü kalmasını sağlar, olumsuz düşünceleri yok ederek beynin daha kolay öğrenmesini sağlar.
 
BEYNİ OLUMSUZ YÖNDE ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Özellikle günümüzde büyük metropol şehirlerde yaşamak hiçbir etken olmasa da tek başına stres kaynağıdır. Trafik, hava kirliliği, çalışma şartlarının ağırlığı, zamanla yarışma gibi etkenler beyni ve sinir sistemini olumsuz etkiler.

Aşırı stres beraberinde uykusuzluk, sinir, insanlara tahammülsüzlük durumlarını da beraberinde getirir. Aşırı stres altında kalan beyin yıpranır. Fonksiyonları bozulmaya başlar ve hükmetme kabiliyeti zayıflar. Örneğin; günlerce uykusuz kalan kişinin hafızası ve düşünce yeteneği zayıflar, vücut direnci düşer bu gibi durumlarda hekim yardımı almak gerekir.
 

SİNİRİN BEYİNDEKİ TAHRİBATINI NASIL GÖRÜRÜZ?
Sinir ve stres sinir sistemini normal işleyen biyokimyasal mekanizmasını bozar. Bazen geri dönüşümsüz tahribat bile yapabilir. Ağır ruhi travmaya maruz kalınca yaşanan şok buna bir örnektir. Olumsuz olayların etkisi ile beyinde salgılanan maddeler vücuttaki diğer hormonları da aktive eder.
Buna bağlı olarak dolaşım hızlanır, kalp ritmi artar. Kişi yerinde duramaz,geçici olarak beyin fonksiyonları zayıfladığı için kişinin bedenine hükmetme kabiliyeti azalır bu yüzden saldırganlık,eşya kırma,bilinçsiz bir şekilde karşı tarafa zarar verme görülebilir.

SİNİR VE STRESİN ETKİLERİ NASIL AZALTILIR?
Sinir ve strese sebep olabilecek olaylarla karşılaşıldığı zaman şunları yapmak gerekir.
1- Bulunan ortamdan uzaklaşmak gerekir.
2- Özellikle orta yaş grubunda görülen şeker ve tansiyon hastalığı gibi etkenler sinir stresin oluşmasına zemin oluşturur. Sinir ve streste tansiyon ve şekerin yükselmesine neden olur ve beyinde geri dönüşümü mümkün olmayan veya sakatlıkla sonuçlanan hasarlar(yüksek tansiyona bağlı beyin kanaması vs.) meydana getirir.
3- Temiz havaya çıkmak ve derin nefes alıp vermek ve düşünceyi başka tarafa çevirmek gerekir.
4- Kontrol altına alınamayan duygular sonucunda beyin işleyişi bozulup diğer sistemlerede zarar vereceği için bir doktor tedavisine başlamakta fayda vardır.
 

İŞYERİ EN BÜYÜK STRES KAYNAĞI
Profesyonellik bulunan her şarta uyum sağlama kabiliyetidir. Dolayısıyla iş yaşantısı insan yaşamını sürdürmesi için kaçınılmaz ise iş stersi ile başa çıkmayı bilmemiz gerekir. Bunun için psikolojik destek almak gerekir.
Yurtdışındaki büyük şirketlerde çalışanlara stresle başa çıkmanın yollarına dair seminerler verilir. Gerekirse kişilerin birebir destek alması sağlanır. Neticede sinir ve stres beyin fonksiyonlarını olumsuz etkilediği için dikkati azaltır,doğru karar vermeyi engeller olaylara objektif bakmayı önler. Eğer kendi kendinizi ve de sağlanan imkânlarla sinir ve stresten kurtulamıyorsanız uzman desteği ve hatta gerekirse ilaç tedavisi alması gerekir.

SİNİR İLAÇLARI BEYİNDE TAHRİBAT YAPAR MI?
Beyin hayali bir organ değildir. Akciğer, böbrek, karaciğer gibi rahatsızlanabilen bir organdır. Örneğin nasıl karaciğerde tahribat sonucu salgılanan maddelerin yüksekliği ateş,sarılık gibi belirtiler verirse beyinde de ruhsal travma, iş stresi vs..gibi etkenlerle salgılanan maddeler de oluşan hasar sonucu sinir, stres, uykusuzluk gibi belirtiler oluşur.Diğer organlarda oluşan hasarlar nasıl ilaçla tedavi ediliyorsa beyin ve sinir sistemi de ilaçla tedavi edilebilinir.Beyinde işleyişi bozulan biyokimyasal düzen ilaçla düzeltilmezse hastalık ilerler.Sinir ve stresin beyine vereceği zarar ilaçların vereceği zarardan tahmin edemeyeceğiniz kadar fazladır.

SİNİR İLAÇLARI BAĞIMLILIK YAPAR MI?
Sinir sisteminin tedavisinde rahatlatıcı ve tedavi edici ilaçlar vardır. Bazı tür ilaçlar ani sinir ve stres durumunda rahatlatıcı etkiye sahiptir. Bu ilaçlar genelde yeşil ve kırmızı reçeteye tabi ilaçlardır. Bunların kontrolsüz ve sık kullanılması bağımlılık yapabilir.Sinir siteminin tedavisinde esas kullanılan ilaçlar tedavi etmeye yönelik bağımlılık yapmayan ilaçlardır.
Tedavide en önemli konu tedavinin uzun sürmesi ve bu uzun süreyi hastanın kabullenmemesidir. Bu tür ilaçlar ortalama altı ay gibi süreyle kullanılır ve 2-3 hafta sonra etkisini göstermeye başlar.Bir süre sonra ilaç alan hastanın şikayetleri geçince ilaçları kendiliğinden tedavi tamamlanmadan bırakır.Tedavi yarım kaldığı için bir süre sonra şikayetleri tekrardan başlar.Hasta bu durumu ilaca bağımlı hale gelmiş gibi algılar halbuki etkin ve yeterli süre uygulanan tedaviden sonra bu tür ilaçlar rahatça doktor kontrolünde dozu azaltılarak kesilir.

Prof. Dr. Serdar Dağ
Beyin ve Sinir Hastalıkları Uzmanı
www.icerikfabrikasi.com

4/14/2015

Genç Yaşta Neden "Unutuyoruz".?

Unutkanlık denince akla hemen demans yani bunama gelir. Unutan her hastanın korkusu demans hastalığına yakalanmaktır.
Beni Unutma Çiçekleri Yardım Eder mi Dersiniz Unutkanlara :(...
Genç hasta grubu unutmaya başladığı zaman, bu unutkanlığın demans başlangıcı olup olmadığı kaygısına kapılır. Unutkanlık şikâyeti ile doktora başvuran hemen hemen tüm hastanın öğrenmek istediği, şikâyetinin sebebinin bunama yani demans başlangıcı olup olmadığıdır.
Demans yani bunama ileri yaş hastalığıdır. Bazı istisna durumlar haricinde genç yaşta görülme olasılığı düşüktür.
Genç yaşta unutkanlık şikâyeti ile başvuran hastada aşağıda öncelikle şunları aklımıza getirmek gerekir:
1-Genç yaşta görülen unutkanlığın birinci sebebi depresyondur. Depresyon, stres, üzüntü, ajitasyon, aşırı çalışma... gibi nedenlerle sinir sisteminin biyokimyasının değişmesi ve buna bağlı sinir sisteminin işleyişinin bozulmasıdır. Kişide uykusuzluk veya aşırı uyku, heyecan takıntı, sinirlere hakim olamama gibi belirtiler oluşur. Depresyonda odaklanma sorunu olduğu için kişi dalgın ve unutkan olur. Konsantrasyon bozukluğu olur.
Günümüzün çalışma koşullarının yoğunluğu, özellikle büyük şehirlerdeki trafik hava yoğunluğu, vakitsizlik ve geçim şartları sinir sisteminin hastalanmasına ve biyokimyasının bozulmasına sebep olur.
Depresyon günümüzde tedavi edilebilir bir hastalık olmuştur ilaç ve bazen buna ek olarak psikoterapiyle tam şifa olmaktadır. Depresyon tedavi edilirse buna bağlı unutkanlık tamamen ortadan kalkar.

2-Yoğun çalışma koşulları ve vakitsizlik çalışan kesimi hazır gıda tüketimine zorlar. Bunun yanında hareketsizlik ve yanlış beslenme ile kilo olan kişilerin kontrolsüz ve az yiyerek kilo verme çabaları, doğal besinlerin azlığı... vücudumuz için lazım olan bir çok vitamin ve minarallerin alınmasına engel olur. Bu maddelerin azlığı gençlerde unutkanlık yapar. Kısaca iyi beslenmemek unutkanlığın bir sebebidir. Zamanında az ve doğal beslenme unutkanlığı önler.
3-Tiroid yani guatr, hipoglisemi, şeker hastalığı(DM) ...gibi sistemik hastalıklar iyi tedavi edilmezse unutkanlığa sebep olur
4-Genç yaşta beyin hasarına sebep olan bazı hastalıklar ve kazalar, beyin operasyonları unutkanlık sebebi olabilir
Ülkemizde sıkça görülen ve bayılmaya sebep olan veya olmayan bazı tür epilepsiler halk deyimi ile sara hastalığı unutkanlık ve dalgınlık atağı ile kendini gösterir. Sebebi belli olmayan unutkanlık ataklarında mutlaka bir beyin elektrosuna bakılmalıdır. Çünkü bu hastalık ilaçla kolaylıkla tedavi edilebilir.
Yukarıda genç yaşta görülen unutkanlık sebeplerinden kısaca bahsettim. Orta ve ileri yaşlarda unutkanlığın sebepleri daha ciddidir ve hayati önem taşır.

Prof. Dr.Serdar Dağ |  www.icerikfabrikasi.com

4/12/2015

Besin Takviyeleri Zayıflamayı Nasıl Kolaylaştırır?

Zayıflamak zor değil! Ama sağlıklı zayıflamak ve bunu koruyabilmek zor… Düşünün bugün yediklerinizi yarı yarıya azalttığınızda zaten zayıflarsınız. Ama yağlarınız dururken gücünüzü, kasınızı kaybedersiniz. Zayıf ama bitkin görünürsünüz. Zayıflamaya çalışırken yapılan en büyük yanlışlardan biridir bu! Aklınızda yiyemedikleriniz olduğunda, bir gün gelir isyan edip, özlediğiniz yiyecekleri yerken bulursunuz kendinizi.
Spor yaparak, günlük aldığımız “kaloriyi azaltarak zayıflama” yolunu da seçmek bir çözüm... Ama beslenme eksikliğine bağlı güç kaybı yaşanacağını da unutmayın. Tabii ki günde yarım saatlik yürüyüşler işinizi biraz daha kolaylaştıracaktır.

Kendimize sormamız gereken soru; hem besleneceğiz, hem güç kaybetmeyeceğiz, hem de sağlıklı zayıflayacağız. Hatta zayıflığımızı koruyacağız. Ama bu çok güç gözüküyor, bunu nasıl başaracağız?

İşte tüm bunlar için besin takviyelerinden yardım almamız gerekiyor. Tok kalmamıza yardımcı olurken yağlarında yakılmasına yardımcı olan, bunun yanında da güç kaybımızı, kas kaybımızı engelleyen besin takviyeleri!

Kas kaybı önemli bir konu. Birçok insan zayıflıyor ama yağları değil kasları zayıflıyor. Yağların yakılırken kasların korunması çok önemli! Çünkü kas kaybı yaşarsak ne kadar zayıf olursak olalım sağlıklı görünmemiz ve olmamız mümkün değil.

Hem yağdan kilo vereceğiz hem de kas kaybetmeyeceğiz. Hem tok kalacağız hem de abur cubur ya da zararlı şeker, karbonhidrat gibi besinleri istemeyeceğiz. Gerçekten zor gibi gözüküyor değil mi? Sadece öyle gözüküyor. Besin takviyelerinden aldığımız destekle işimiz çok kolaylaşıyor bunu unutmayalım.

Örneğin; Tok kalmamızı sağlayacak olan Pysllium. Pysllium lifleri bol su ile birlikte alındığında tokluk hissi yaratır. Hatta sadece bununla da kalmaz atık maddeleri emerek bağırsak hareketlerini de düzenler. Yağ emilimini azaltıp kolestrol kontrolüne bile destektir.

Diyelim ki karbonhidratlardan yani makarna börek, şekerden uzak duramıyoruz. Alacağımız krom takviyesi ile iştahımız kontrol altındadır. Kan şekerimiz de düzenlenmiştir.
Böylece hem tok kaldık hem de zararlı şeker, pasta börek de canımız istemeyecek.

Bunlar yeterli mi gibi bir soru gelebilir aklınıza. Tabii ki yetmeyecek. Bunlar güç kaybını kısmen engeller. Enerji üretimini, arttıran Acetyl L-carnitine ve bir turunç özü olan Citrusaurantıum tavsiye ediliyor. Her ikisi de yağların yakılarak enerjiye çevrilmesinde rol oynar. Ayrıca Citrusaurantium beyinde iştah kontrolünde de etkilidir.

Bu ikisine bir de yeşil çay ekledik mi hem termogenic etki göstererek yağların yakılmasını hem de ödemin atılmasını sağlarız.


Yağımızı yaktık, gücümüzü koruduk. Peki ya kaslarımızı nasıl koruyacağız? Tüm diyetisyenlerin onayladığı çözüm; CLA… Yani Conjugated Linoleic Acid. CLA ile zengin beslenme programlarında yağ oranı azalırken kas yapısının korunduğu hatta arttığı görülmüştür. Verilen toplam vücut ağırlığı beden ölçüsüyle oranlandığında daha azmış gibi dururken, son derece sağlıklı ve fit bir görünüm olur.
Bunun sebebi yağ oranı azalırken kas oranının artmasıdır. 500 gr yağ ile 500 gr kas aynı hacimde değildir.

Kısaca sağlıklı zayıflamak ve sağlıklı zayıf kalabilmek için diyetisyenlerin “CLA takviyeli diyet önerilerine” kulak vermenin tam zamanı…

Funda Odabaşı
Farmasima Sağlık Hizmetleri Eğitim Müdürü

Bu dergilerin sayfasına göz atmak 1000 TL

Türkiye’de yayınlanan şık şıkırdım aylık dergilerin yıllık abonelik fiyatları üç aşağı beş yukarı 100 lira civarında gezinir. Başka bir deyişle sadece 35 Euro ödeyerek en az 200-300 sayfalık ve kalın kuşe kağıda basılmış şık dergilerin ayağınıza gelmesini sağlayabilirsiniz. Ancak dünyada bazı dergiler var ki, abonelik fiyatlarını duyunca çok şaşıracaksınız. İşte onlardan birkaçı...

Nomenus Quarterly

Amerikalı bir sanatçı ve fotoğrafçı olan Erik Madigan Heck, üç ayda bir yayınlanan sanat ve moda dergisi Nomanus Quarterly’nin kurucusu ve yayıncısı. Bir sanat objesi gibi tasarladığı dergisini önceleri 50 kopya yayınlayan Heck, abonelik fiyatı olarak 2 bin 500 dolar alırken işi zamanla abarttı ve sadece beş kopya çıkardığı dergiyi 6 bin 500 dolar gibi (15 bin 145 TL) dudak uçuklatan bir yıllık abonelik fiyatıyla satmaya başladı. 

Heck dergide kendisinin yanı sıra Anselm Kiefer, Lucien Freud, Adam Fuss gibi çok ünlü sanatçıların yayınlanmamış, çok özel yapıtlarına da yer veriyor. Bu fiyatla dergiye kimlerin abone olduğu soru işareti olmaya devam ediyor ama Heck’in sanatına sanat kattığından kuşku yok!


Kohl

Birleşik Arap Emirlikleri’nden Dubai’de bir grup moda magazine editörünün ön ayak olduğu “dünyanın en pahalı dergisi”ni çıkarma fikri, 2008 yılında bir bağış etkinliğinin baş aktörü idi. 

Editörler 91 gram saf altın ve 622 adet elmasla bezedikleri dergide Asyalı kadınların ve onların öykülerini anlatıyordu. 

Bollywood sanatçılarından Katrina Kaif’in kapağını süslediği dergi’nin elmas ve altınlarla kaplanması için 86 saat uğraştılar. 

İşi görgüsüzce ve abartılı bulabilirsiniz ama bir işe yaradı. 

Dubai’deki bir açık artırmada yaklaşık 10 bin dolara satılan bu tek sayının geliri ise bir pediyatri araştırma merkezine bağışlandı.

Wilmott

Yılda sadece altı sayı çıkan, buna karşılık bazı finans gurularının makalelerini ve incelemelerini içeren Wilmott, incelemeleri ve derinlemesine araştırmalarıyla tanınıyor. Wilmott sıradan okura gitmiyor, onu okuyup hazmetmek istiyorsanız biraz finansal matematikten anlıyor olmalısınız. 

Kanada ve Amerika’daki abonelik fiyatı 864 dolar olan Wilmot, online içerikleriyle birlikte Avrupa aboneliğini şapka uçurtacak bir fiyata sunuyor. Örneğin bu yıl Avrupa vatandaşı olarak Wilmott okumak istiyorsanız yıllık aboneliği için 788 Euro (2.190 TL) ödemeye hazır olmalısınız. Bu kurumlara uygulanan online artı basılı dergi abonelik fiyatı, kişisel olarak biraz daha hesaplı. Bireyler için yıllık abonelik fiyatı, 323 Euro (898 TL)... Nasıl, hesaplı değil mi?

Fine Exclusive

Finlandiya ve şarap... İkisini birlikte düşünmek hiç aklımıza gelmez. Oysa ki, merkezi bu ülkede olan ve ünlü şarap dergileriyle tanınan bir yayıncı, FINE Magazines, dergilerini 85 ülkedeki seçkin iş ortaklarına dağıtıyor. Bölgesel yayınlanan bazı FINE dergileri ve FINE Champagne’e sadece dijital olarak web siteleri üzerinden abone olabiliyorsunuz. Dünyanın en nadir ve yüksek kalitede şaraplarından söz eden FINE Exclusive aboneliğine ise eğer uygun görülürseniz “kabul edilebiliyorsunuz”. Bu abonelik size ayrıca Fine Wine Drinkability Indeks’i ile dünyanın şarap tadım ve sunum hizmetini de birlikte sunuyor. Tabii ki, bunların bir bedeli var. Derginin yıllık abonesi, 500 Euro yani yaklaşık 1.390 Türk Lirası... Buna karşılık derginin yılda kaç kez yayınlandığı konusundaki bilgi de net değil.


www.icerikfabrikasi.com