Chanel “Herkes hayatında bir kez genç olur, ama genç kalmak kişinin elindedir...” demiş.
Faust, genç
görünmek uğruna ruhunu şeytana satmıştı.
Ama Dorian Gray’in şeytanla anlaşması gerekmedi, çünkü portresi onun yerine yaşlanırken, güzel yüzünde en ufak bir kırışık bile belirmemişti.
Ama Dorian Gray’in şeytanla anlaşması gerekmedi, çünkü portresi onun yerine yaşlanırken, güzel yüzünde en ufak bir kırışık bile belirmemişti.
Bu iki
klasik eserin, genç kalmak uğruna savaş veren kahramanları birer erkek...
Kuşkusuz günümüz kadınları gibi erkekleri de
gençliğini zamana kaptırmak niyetinde değil. Kaldı ki insanoğlu tarihin en
karanlık çağlarından beri gençlik iksirinin peşinde. Bugün de binlerce bilim adamı laboratuarlarda
ciddi bilimsel araştırmalar yapıyor, insanın olağanüstü yaşamının sırrını
çözmeye uğraşıyorlar. Sadece gençlik iksirlerini değil, yaşlanmayı
frenlemek ve kusurları ortadan kaldırmak için insanın genetik yapısıyla nasıl
oynayabileceklerini de araştırıyorlar...
Peki
zamanın izlerini yüzümüzde ayna gibi aksettiren cildimizin bilim adamlarına
göre üç asra kadar uzanan bir dayanma gücü varken biz neden ve nasıl
yaşlanıyoruz?
Biz klonlamayı ve genetik yapımızla oynayarak
gençliği yakalamayı bilim adamlarına bırakıp, elimizde olan ve olmayan
nedenlere eğilelim. Aslında doğadaki tüm canlılar gibi insanlar da
belli bir ritim ile her yıl yenileniyorlar. Ancak bu yenilenme ritmi zamanla yavaşlıyor ve
her insan, genetik mirasına da bağlı olarak farklı biçimlerde “eskiyor”.
Bunun en belirgin göstergesi de
ciltte ortaya çıkıyor. Cilt aynı zamanda sağlığımızın, iyi, kötü bütün
alışkanlıklarımızın, yaşama biçimimizin, hatta ruh halimizin de aynası ve en
açık göstergesidir
Özetlersek
cilt, kişiyi fena halde ele veriyor; hem de rengi, sıkılığı ve pürüzsüzlüğü
ile. Ayrıca onun için en büyük ve en akıllı organımızdır da diyebiliriz. Zira
dış etkenlerle birebir ilişkide olan ve çevre koşullarına göre savunmaya
geçerek bedenimizi koruyup yaşatan da o!
Dış etkenler ise (hava kirliliği, rüzgar,
soğuk, aşırı sıcaklar vs) yaşlanmayı ya hızlandırıyor, ya da erken
başlatıyor.
Ama binlerce yıldan beri cilt bakımına yönelik
ürün ve yöntemler de var! Geçen yüzyıllarda adı da koyulan ve ciddi bilimsel
araştırmaların eseri olan kozmetikler bu gün de cildin dış etkenlere karşı
savunmasında destek vererek gençliğini uzatıyor.
Gençliğimizi uzatabilmek için ne yapabiliriz
derseniz, aslında hepimiz bunun çaresini biliyoruz: Sağlıklı gıdalarla
beslenmek, doğaya yakın yaşamak, doğal hayatı korumak, stresten kaçınmak,
güneşten korunmak ve....Sevgiyle
yaşamak; yani sevmek, sevilmek!
Stresten kaçın mı dedik?.. Şaka gibi geliyor
değil mi?,..
Çünkü kentlerde yaşamak ve güncel hayatın
stresini kabullenmek zorundayız. Elimizde olanlara göz atarsak stresten başka
cilde en kolay yansıyan olumsuzluğun hava kirliliği ile sigara olduğunu
görürüz!
20 ile
40 yaşları arasında cildin oksijenlenme kapasitesinin %50 oranında azaldığı bir
gerçek iken sigara durumu daha da zorlaştırıyor. Damarları strese sokup
daraltarak oksijen geçişini kısıtlıyor. Cilt inceliyor, esnekliğini sağlayan
elastinler kırılıyor, kolajenlerin üretimi yavaşlamaya başlıyor, cildin su
depolama kapasitesi azalıyor. Sigaranın katranı da ciltte serbest radikalleri
arttırıyor, dolaşımdaki östrojen düzeyini düşürüyor.
Biz bronz tenimizi de çok sevdik, hem de o
kadar çok sevdik ki, bütün uyarılara rağmen güneşlenerek cildimize o güzelim
bronz rengi vermekten vaz geçemiyoruz. Aslında cildimiz kendini savunmak için
koruyucu bir pigment olan melanin üretimiyle bronzlaşmayı sağlayarak kendini
koruyor. Ama cildin kısıtlı etkiye sahip doğal savunma mekanizması çok fazla
güneş ışığına dayanamıyor, kırılıyor.
Bilim adamlarının açıklamasına göre UVA
ışınları cildin alt tabakalarına kadar inerek, hücre üretim sistemini bozan
oksidan maddelerin oluşumunu hızlandırıyorlar, bozulan hücreler de kalitesiz
kolajen ve elastin üretmeye başlıyorlar. Cilt yavaş yavaş eski canlılığını
kaybediyor, üzerindeki kırışıklar derinleşiyor, dokular sarkıyor.
Ama?...
Yaz- kış demeyip yıl boyunca düzenli bakım ve
güneşten korunmak gerekir dedik. Aslında cildin sadece 15 dakika güneş alması D
vitamini sentezi için yeterli, cilde bu imkanı da sunmak gerekir!...UV
ışınlarından bizi o kadar korkuttular ki, D vitamini eksikliğine kadar giden
aşırı bir korunma tutkusu yaşadık. Oysa sıcak iklimlerle dört mevsim farkını
yaşayan topraklarda korunmanın dozajı farklı olmalıdır.
Aslında UV ışınlarından korunmak çok kolay,
zira artık birçok laboratuar, bakım ürünlerine, hatta makyaj ürünlerine de UV
filtreleri koyuyor. Önemli olan, cildi yakmadan korunmak, zaman zaman da dozunu
iyi ayarlayarak güneşle buluşmayı bilmektir!
Cilt
nasıl korunmalı?
Çağımızda yaşlanma belirtilerini
geciktirebileceğimiz, bu süreci kontrol altında tutabileceğimiz birçok yöntem
olduğunu biliyoruz. İlk önemli hareket, sağlıklı beslenmek, doğal yaşamdan
uzaklaşmamaya çalışmak ve yukarda saydığımız yanlışlardan kaçınmaktır. İkinci
adım ise, yaşa uygun bakımlarla cildi desteklemektir. Cilt korunmalı, desteklenmeli
ama tembelleştirilmemelidir. Daha genç yaşlarda anti aging bakımlara yönelmek
cildi hem tembelleştirir hem de yorar, üstelik cilt anti aging formüllere
alıştığı için, asıl ihtiyacı olduğu yaşlarda aktif maddelerden gerektiği gibi
etkilenmemeye başlar.
Kişinin karakteri de yaşlanmada etkilidir.
Dünyaya gülerek bakan, zor durumlarda kendine acımak yerine mücadeleyi seçen,
pozitif tavırlı biri yaşlanmayı da kabullenmeyecektir.
Dünyaya
güler yüzle ve sevgiyle bakabilmek ciddi olarak işe yarıyor. En basitinden,
unutmayın ki gülmek yaşlılık izlerini de siliyor.
Deneyin!En basit gençlik hareketi, temizlik ve bakımdır; gençliği geri getiremeyiz ama onu yeniden yapılandırmanın yolu var, bu da kozmetiklerden başlayıp ucu estetik cerrahiye kadar uzanan geniş bir yelpazedeki uygulamalardan geçiyor.
Ama şunu da sık sık tekrarlayacağım:
Her ne yaparsanız yapın, öncelikle,
yaptığınız o şeyin işe yarayacağına inanmalısınız.
Aydan Sümercan
www.icerikfabrikasi.com