6/16/2015

15 Dakika Güneş Işığı Lütfen!

Nihayet güneş sıcak yüzünü gösterdi bize, şimdi kış bakımlarını bir yana bırakıp güneş ürünlerine ağırlık verme zamanı ama güneş ışınlarından ne kadar yararlanmalı, ne kadar da korunmalıyız? Zira D vitamini sentezi için ona ihtiyacımız olduğunu bazen unutuyoruz!

Uzun yıllardan beri, giderek artan bir hızla güneş ışınlarının zararlarından bahsediyoruz, fena halde güneşten korkar olduk ama kozmetik araştırmacıları sayesinde geliştirilmiş güneş ürünleriyle ışınlardan korunarak güneşe çıkabiliyoruz. Ama bir de madalyonun öbür tarafı var. Çünkü güneş, yavaşça dünyaya yaklaşırken ışınlarıyla tüm canlıları kış uykusundan uyandırıyor, doğada bir şenliktir başlıyor, bu arada bizi de yeniden yapılandırıyor.

Elbette onun hücrelerimizin içine sızarak DNA yı bozan UV A ve B ışınlarından korunacağız, ama korunmayı da abartmayalım, unutmayalım ki, D vitamini sentezini uyararak kemiklerimizi yapılandıran da güneşin B ışınlarıdır...

İnsan ömrü uzadı... Şimdi kimseye yaşlı denmiyor, çünkü zamana meydan okuyor kendimizi sevmeyi ve korumayı öğreniyoruz. Ancak zaman işlevini yapıyor, organizma giderek hızını kaybediyor, kimi önemli silahlarını da yitiriyor bu arada. Bazı değerli maddeler organizma tarafından artık eskisi gibi üretilemiyor. Kemik yapılanmasında önemli rolü olan D vitamininin kendi küçük görevi büyük ve varlığı bizim için o kadar gerekli ki... Kemiklerimizin ilerki yaşlarında süngere dönüşmemesi için D vitaminini hayatımızdan eksik etmemeliyiz.

İşte o zaman da D vitamini sentezi için güneş ışınlarına ihtiyacımız var. Zira biz tek başımıza yeterince D vitamini üretemiyoruz, bu yüzden de ilk gençlik yıllarından itibaren D vitamini eksiğimizi dışarıdan takviye etmemiz gerekiyor.

Ne var ki sadece yiyeceklerden aldığımız D vitamini sağlam kemiklere sahip olmak için yeterli olamıyor, oysa güneş ışınları altında cilt D vitaminini üretmeye başlıyor. Uzmanların açıklamasına göre 15 dakika güneşlenme sayesinde 10 000 ünite D3 vitamini üretiyoruz, oysa bir kaşık balık yağının bize sağladığı D3 vitamini sadece 1 360 ünite. Özellikle yaşlandıkça kemiklerin zayıflaması, artık yapılandırılamaması yüzünden kırık riski ile karşı karşıya kalıyor insanlar, üstelik sanıldığı gibi kemik erimesi dediğimiz bu zayıflama sadece kadınları değil erkekleri de tehdit ediyor.

D vitamini sadece kemikleri sağlamlaştırmakla da kalmıyor, kalbimizi koruyor ve kansere karşı da güçlendiriyor bizi. Bu anlamda D vitamini aynı zamanda bir gençlik iksiridir de diyebiliriz.

Bu arada kemiklerimizi korumak için uzmanların önerilerine de kulak verelim:

- Öncelikle güneşlenmemiz gerekiyor, ama UV ışınlarından korunmayı da ihmal etmeden...
- D vitamininden yana zengin gıdalar almalıyız... 
- Ekvatora yaklaştıkça güneş bize yakın duruyor ama uzaklaştığımız ölçüde de kış aylarında güneşten yararlanamıyoruz o yüzden kış aylarında D vitamini takviyesi yapmalıyız.
- Esmer tenlerde pigmantasyon cildi güneşe karşı korumakta, ancak aynı zamanda yeterli D vitamin sentezi yapamamakta, bu nedenle esmer tenlerde D vitamin takviyesi daha önemli.
- Hareketsiz kalmamalı, en azından günde yarım saat yürümeliyiz...
- Süt ve balık, özellikle de somon balığı D vitamininden yana zengin gıdalar.

 www.icerikfabrikasi.com

6/10/2015

LifeTIME Ekibi Gölyazı Bursa'da


#‎Gölyazı‬ köyüne kısacık bir bakış... ( Gölün Üstü Köprü | Sandal Sefaları Bitmeden Gel | Yokuştaki Taş Evler | Göl Balığı | En Baba Leylek'ten Güle Güle. .)

6/03/2015

DOĞDUĞUMUZDA “ANNE SÜTÜ” KORUYOR, YA SONRA?

Her tıp hekiminin fakülte yıllarında ilk öğrendiği şey 'sağlık' kelimesinin alamının, vücudun fiziksel ve ruhsal yönden iyilik halinde olduğu açıklamasıydı. 

Gerçekten hem fiziksel hem de ruhsal olarak “iyilik”durumunda mıyız?

Sanırım bu sorunun cevabını sadece o gün içinde yaptıklarımıza bakarak verebiliriz. Mesela bir gün içinde yaptıklarımızı ele alalım. Sabah uyanıyoruz içinde kimyasallar olan şampuan, duş jeli, diş fırçası ve deodorant ile güne başlıyoruz. Daha sonra çeşitli kremler, kozmetik ve parfüm ile daha iyi hissediyoruz. Çok sevdiğimiz kıyafetleri, yapımında kanserojen maddeler bulunduğunu bilmeden giyiyoruz.

Sıra geliyor kahvaltı faslına. Kimi neredeyse tamamen yapay olan süt ile bir kase GDO'lu mısır gevreğini tercih ederken, kimisi de içinde yok yok olan şarküteri ürünleri ile klasik kahvaltıyı tercih ediyor. Sonra evden çıkıyoruz ve şehrin trafiğini kucaklıyoruz. Sinir harbiyle dolu uzunca bir yolculuk sonrası artık işteyiz. İş stresi ile dolu bir günün ardından eve geçiyoruz. Bir şeyler atıştırdıktan (!) sonra mikrodalgada hazır satılan paketli mısırları patlatmaya başlayıp bir film ile günü sonlandırıyoruz...

Gün içinde yaptıklarımız buna çok benzer şeyler değil mi? Tabi ki günümüz koşulları ve teknolojinin ilerlemesiyle ister istemez hepimiz daha sağlıksız beslenir, daha hareketsiz yaşar olduk. 'Amişler gibi yaşamalıyız' tarzı ütopik bir muhabbet açmak değil amacım. Sadece hayat boyu sadece hastalanırken doktora gitmek yerine 'nasıl daha kaliteli yaşayabiliriz' fikrine değinmek istiyorum.

Her hekime fakültede öğretilen ikinci şey ise 'koruyucu hekimliğin önemi' dir. Doğduğumuzdan beri yapılan kontroller, aşılar hatta anne sütü bile koruyucu hekimliğin temel taşlarıdır. Peki ya büyüdükten sonra ne kadar korunuyoruz?

Bildiğimiz gibi kronik hastalıklar başta olmak üzere tüm hastalıkların sebebi genetiğimiz ve yaşam tarzımızdır. Malesef tıp, genetik sorunlara çözüm bulacak kadar ilerlemese de yaşam tarzımızı belirlemek hala bizim elimizde. Yapacağımız küçük değişiklikler ile hem beden hem ruh sağlığımızı koruyarak, aynı zamanda yaşam kalitemizi de arttırabiliriz.

Mesela klasik diyetler yerine kişiye özel beslenme programı ve beslenme eğitimi ile hem hayat boyu nasıl besleneceğinizi öğrenip, hem de yaşam tarzınıza ve uyku saatlerinize uygun bir beslenebilirsiniz.

Düzenli spor yapamasanız bile küçük egzersizler, kısa yürüyüşler, hatta en kötü bir önceki durakta inip yürümek bile çok fark ettirecektir.

Düzenli check-up yaptırarak, hastalıkları erken evrede yakalama şansınız artar. Ayrıca bu tetkikler sırasında,  vücudunuzda eksik olan vitamin ve mineralleri tespit edip, dışarıdan besin takviyeleri alarak, azalanları yerine koyarak metabolizmanızı dengeleyebilirsiniz. Böylece tedavi şansı artarken, sizin de yıpranma oranınız düşer.


Dr. Şelale Derya
www.icerikfabrikasi.com